Kupkuru yaz aylarını, hatta Eylül’ü de aştık geldik Şubat’in ortasına. Hani içimden ‘ne oldu bizim dünyaya’ demek geliyor. Kuraklık, sıcaklar canımızdan bezdirdi. Çevreciler bar bar bağırıyor dünyanın ısısı 1,5 derece arttı.
Gelin önlem alalım diyorlar, dinleyen eden yok. Zeytinler bile toparlayamadı kendini. “Bu sene zeytin yok, olanı da bizim kuru Hatçe” diyor Şevket Saral ağabeyim. Meyveler sebzeler keyfimizi iyice kaçırdı. Maydanozun olmuş demeti 10-15 lira.
Filistin Savaşının etkisi mi ne? Turizm mevsimi de erken bitti. Sadece ben değil Türkiye’de umduğunu bulamadı.
Pazar mazar demeden Göcek Mahallesi Taşbaşına çıkayım dedim. Torunum Zeyneb’in atı “Korana” ya takılır, zeytinleri yoklarım diyerek yola düştüm. Göcek’te dün, yani mevsimin ilk, oh be dedirtecek yağmuru yağdı. Ağaçlar, çiçekler, doğa pırıl pırıl. Hani sıcaktan bunalır da insan şöyle bir esinti çıkıverir ya öyle bir ferahlık hissettim.
Taşbaşındaki bahçeye vardığımda bizim at, Korona kelek tarlasına girmiş kuyruğunu sallaya sallaya kelekleri götürüyor. Susuzluktan mı? Sıcaklardan mı? Yazdan yeterince büyüyememişler. Kavunlar kelek olarak kalmış.
Bizim oğlanın keyfi yerinde. Sonbaharın serinliğinde de epey yeni kelek oluşmuş. Çoğu ceviz büyüklüğünde. Kelek deyince anılar depreşti. Gençliğim usuma takıldı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrencilik yıllarının başlarındayım. Basmane’ye sadece turşu yemeye, hatta turşu suyu içmeye giderdik. İlla da turşucu İsmal’i tercih ederdik. Hani filmi de yapılan İstanbul’un turşucusu Hurşit gibi ünlü biriydi.
Koca bardakta, ister acılı ister acısız, üç tane de buz attı mı!.. şöyle bir havaya kaldırır Picasso’nun tablosuna bakar gibi bakardık. Gitmişken beş altı bardak içer dönerdik. Bazen içimizi yakan acılı turşunun etkisi ile Bornova’ya kadar da yürüdüğümüz olurdu.
Neyse bugün yanımda Hamdi Gürbüz var. “Şu kelekleri toplasak turşu kurar mıyız?” diye sorunca “…ben hayalimde Fethiye’de bir turşu dükkanım olsun, turşu suyu satsa diye planlar yapardım. Ama olmadı. Sizin için kelek turşusu kuralım” deyince benim de hoşuma gitti. Korona’nın içine daldığı kelek tarlasından iki kova kelek topladık. Umarım iki haftaya varmaz kelek turşularını yeriz.
Akşamüstü bahçeden döndükten sonra Zeynebim Göcekiçi Restoranın aşçısı Orhan Ustaya kelek turşusu yapabilir misin diye sorunca “Ben Aksaraylıyım, bizim oralarda kelek turşusu epey meşhurdur. Ama ben yapmadım” deyince, bendeniz yılların turşucusu gibi başladım tarife;
“Sert ve diri turşu elde etmek için keleklere özen göstermelisin. Şeytan detaydadır derler. Önce bu keleklerin sert ve yeşillerini seçeceksin. İyice yıkayacaksın.
Kavanozları kaynatıp dezenfekte edeceksin. Turşu için her kilo başına kavanozların dibine 3-5 adet soyulmuş sarımsak koyarak başlayacaksın. Sonra yıkanmış diri kelekleri yerleştir. Kilo başına birer kaşık kaya tuzu ve şekeri ekleyeceksin. Kilo başına birer çay bardağı elma sirkesi, daha da keskin olsun diyorsan üzüm sirkesi ilave etmeyi unutma. Sıcak su ile kavanozları dolduracaksın.
Kelekler suyun üstüne çıkmasın diye en üste delikli plastik engelleyici koyup kavanozu iyice kapatacaksın. Şöyle uzaktan bir bakıp kavanozları ters çevirip serin bir yere koyacaksın. İşte sana oldu kelek turşusu. İki üç haftaya kadar savaşta biter turşuyu da hep birlikte barış içinde yeriz.” diyerek eve gitmek üzere restoranttan ayrıldım.